2 Aralık 2010 Perşembe

Doktor Amca , Bisikletim ve Mim

Daha yenice doktordan sıra aldığımı bahsetmiştim baş ağrılarım yüzünden. Artık internetten sıra alma yöntemi ile uzun kuyruklara son devlet hastanelerinde. Hemen dördünücü sırayı kapıvermiştim. Sandım ki rahat ettim. Yanılmışım. Devlet hastanelerine gidilecek gibi değil gerçekten... Üzülerek söylüyor insan,ama kalabalıktan yürüyemedim düzgünce. İç içe girmiş insan kitlesiydik. Şikayet eden, sıramı aldın bu sıra benim diyen, öksüren, aksıran. En çok da yaşlı insanlara ve hamilelere üzüldüm. Ayakta durabilen ama sonrasında yorulan yaşlı insanlara yeterince yer bile yok. Hamilelerse koca koca göbekleriyle saatlerce ayakta. Yok yok iş değil vallahi...
Düzelecek mi, yok  ona da inanmıyorum. Sistem düzelse dahi yer kısıtlılığı birçok engele sebep oluyor ne yazık ki...
İsmim yanmıştı tabelada,hemen girdim içeri. Doktor amca diye hitap ettim ama gencecik adam çıktı. Neyse başladım anlatmaya,şöyleyim böyleyim diye. Dinledi usul usul, doğrusu epey de vakit harcadı, sevindim.Aldım elime mikrofonu,dinlemeye başladın madem ayrıntılı anlatıyorum dedim. Tabi iç sesimle :)
Ne mi dedi? Migren atağı. Şaşırmadım ben de böyle bir sonuç bekliyordum. Gözlere ışık tutuldu, çok temiz dendi ve ilaç yazıldı. Epilepsi hastalarına veriyorlamış ama bu düşük dozluymuş. İlacı aldım eczaneden, ama daha hiç kullanmadım. İçimdeki ses yine konuşmaya başladı aman Buğday boşver dedi, sen bir dur dedi.
Aslında durmamın sebebi de biraz şundandı. Hani biz bayanlar dırdırcı oluruz ya bazen şu yapılacak,bunlar neden burda duruyor,hala halletmediniz mi,yeter artık her şeyi ben mi düşüneceğim gibi ; işte ben de azıcık ucundan bu cümleleri sarfediyordum.


Sonra kociş bana Polyannacılık oynamayı öğretti. Öyle düşündüğün anda söyleme ve sadece bekle dedi. Bunların ne kadar önemsiz olduğu ve küçük şeyler için kendimi yıprattığım konusunda beni ikna etti. Sanırım annemi kaybettikten sonra onun rolüne büründüm biraz. Annem mükemmeliyetçiydi ve ben de onun kurallarını devam ettirmeye çalışıyordum aklımca. Şimdi yeni nesil Polyannayım ben. Ve halimden pek memnunum... Şimdilik başım da ağrımıyor.


Üstelik Buğday,kız kardeş ve kociş Pazartesi gününden beri işe bisikletle gidip geliyor. Toplamda sekiz kilometre gidiyoruz,dağ yollarından ve bulabildiğimiz bisiklet yollarından. Sabahın ilk ışıkları, yeşilin üzerindeki su damlacıkları, yolun sessizliği yorgunluk değil,dinginlik veriyor insana... Yol fotoğraflarım olacak,yakında paylaşırım.


Ha bu arada benim bisikletim onbir senelik,tam bir emektar ve üç vitesli. Diğer iki aile bireyim son model 21 vitesli bisikletlerle turluyorlar. Değiştireceğim ama bağım çok kuvvetli. Almanyalardan buraya taşıdım onu. Benim kırmızılım bir tanem... İnsan bazen hiç beklemediği bir nesneye ne kadar da bağlanabiliyor. İşte bu da bana sevgili Leylak Dalı'nın gönderdiği mime çok uygun oldu. Teşekkür ederim.


"Anılarınızla, anılarınızın değeriyle ve onları yüklediğiniz eşyalarla ilgili bir yazı''
(alıntı bir fotoğraf)


Ben ve kırmızı bisikletim. Onunla 14 yaşımdayken tanıştım. Anneannem ve dedemin hediyesi idi bana. Dedem bana azimle dört yaşında yüzmesini öğrettiği gibi ilerleyen senelerde bisiklet sürmemi de sağladı. Hala kendi rekorum olan 14 km bisiklet turumu onunla yaptım. Almanya'da yaşayanlar veya gidenler bilirler. Bisiklet ve yaya yolu ayrıdır. Kimse bisiklet yolunda yürümez ve sadece bisiklet kullanımı için yapılmıştır. Yol düzeni muhteşem ve turlar için birebirdir.

 Ben dün akşam işten eve farklı bir yoldan geldim ve her tali sokakta kaldırımlarda bisikletleri taşıyarak inip çıkmak zorunda kaldık. Neden mi, e tabi ki tekerleki vasıtalar için kaldırımlarda iniş yeri olmadığından, mübarek yarım metre yüksekliğinde her bir kaldırım. Anlayacağınız keyifsiz bir sürüş oldu.

İşte ben 14 yaşımdan beri kırmızılımın üzerinde yolculuk yapmaktan çok keyif aldıyorum. Yüzüme çarpan rüzgarın tadını ezbere bilirim, kulağımdaki uğultuyu şarkı gibi söylerim. Düşüşlerimizi hiç unutmam. Daracık yollardan geçerken dengemi sağlayamayıp küçük bir tepecikten aşağı kayıp dizimin yaralanmasını, sonradan bu yarayı gururla sunup gülerek anlattığım kazayı. Anneannemin her bisiklet turunda muhakkak yere yuvarlanmasını ve mola verdiğimizde yediğimiz İtalyan Dondurmalarını...

Benim kırmızılım her şeye şahit... Üç vitesiyle kolu kırık gibi dursa da beni taşımaktan asla gocunmadı. Biliyorum ki o da beni çok seviyor :)

Şimdi bu mim size gelsin tamam mı?






6 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

Kırmızı bisikletini sevsinler senin:))
Şu headerine koyduğun fotoğrafa bayıldım bu arada, içim açıldı, ruhuma huzur doldu. Gelip hergün bir posta bakmak istiyorum;)

Asuman Yelen dedi ki...

Önce geçmiş olsun.
Klişe bir cümle olacak ama hep bir bisikletim olmasını istemişimdir. Daha doğrusu bisiklet kullanabilmeyi ama sanırım denge sorunum var.
Ne değerlidir yeğenlerimden bilirim.
Ama beni en çok etkileyen hala kullanıyor olman.
Zevkle okudum bu bisiklet serüvenini...

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Onlar bizim çocukluğumuzun en gözde ve en vefalı dostlarıydılar Buğday'cım.
Ne güzel anlatmışsın.
Bu arada kitapsesleri.blogspot.com sayfamda eğer yazmak istersen sana bir mim var.
Sevgiyle kal canım:)

Bugday Tanesi dedi ki...

Teşekkür ederim Leylak Ablam benim....Hergün gel,ben doyamam sana sen de bana doyma :))

Bugday Tanesi dedi ki...

Asuman Abla,keşke kullanabilsen. İnan inmek istemezsin üzerinden.Geçmiş olsun dileğin için sana çok teşekkür ederim. Öpüyorum.

Bugday Tanesi dedi ki...

Özlemcim hemen bakayım bloguna.Sevgiler...